Romanya’nın Zehirli Mağarasında Yaşayan Tuhaf Yaratıklar

Kategori: Genel | 0

Karadeniz ve Bulgaristan sınırı yakınlarında, Romanya’nın güneydoğusunda yer alan Köstence şehrinde, çorak niteliksiz bir ova bulunmaktadır. Bu ıssız arazinin tek bir şey dışında hiç de olağanüstü bir yanı yoktur.

Bu arazinin altında beş buçuk milyon yıl önce dünyanın geri kalanıyla tüm bağlantıları kopmuş bir yeraltı boşluğu bulunmaktadır. Tüylü atalarımız ağaçlarından inip modern insan dediğimiz günümüz insanına evrildiği sıralarda bu mağaranın sakinleri dış dünyadan tümüyle izole bir hayata mahkum olmuştur.

Cristian Lascu (solda) Movile’i keşfediyor (Credit: Thierry Berrod, Mona Lisa Production/SPL)

Ancak zifiri karanlık ortamı ve zehirli atmosferine rağmen bu mağara yaşam kaynamaktadır. insanlığın daha önce hiç görmediği türden yaşamlarını su yüzeyindeki köpüklü, tuhaf bir bakteri katmanına borçlu sıradışı örümcekler, akrepler, tesbih böcekleri ve kırıkayaklara ev sahipliği yapmaktadır.

Romanya’nın komünist işçileri 1986 yılında enerji santrali için zeminin uygunluğunu test ettikleri sırada Movile mağarası ile karşılaştılar. Mağara zeminine erişebilmek için öncelikle kazılmış dar bir kuyuda ip yardımıyla 20 metrelik bir iniş gerçekleştirmek gerekiyor. Bu tehlikeli ilk inişi Rumen bilim insanı Cristian Lascu gerçekleştirdi.

Mağara Rumen yetkililer tarafından kapatıldığından beridir mağaraya girmiş insan sayısı 100’den azdır ki bu sayı aya gitmiş insan sayısıyla mukayese edilebilecek bir rakamdır. Bunun nedeni kısmen mağaraya yapılan yolculuğun son derece tehlikeli olmasıdır.

Daha sonra duvarları sarı çamurla kaplı dar kireçtaşı tünellerinden geçerek aşağıya doğru sürünerek ilerleyecek ve ortasında göl içeren bir boşluğa açılacaksınız. Tabi tüm bunları yaparken bu zifiri karanlıkta kaskınıza takılı kafa lambaları dışında hiçbir ışık kaynağınız olmayacak.

sudan örnek toplama… Kaynak: https://www.gesslab.org/

2010 yılında, İngiltere, Coventry’deki Warwick Üniversitesi’nden Mikrobiyolog Rich Boden bu mağaraya giren 29. kişi olmuştur. “İçerisi epeyce sıcak ve çok nemli olduğundan daha da sıcak hissettiriyor ve tabii ki sentetik tulum ve kask da işinizi kolaylaştırmıyor” diyor, şu anda İngiltere’deki Plymouth Üniversitesi’nde görev yapan Boden.

“Kükürtlü ılık su havuzu çürük yumurta ve yanmış lastik kokuyor. Karıştırıldığında ise etrafa hidrojen sülfit yayıyor”

Göl odası, içerdiği zararlı gazlar sebebiyle oldukça yoğun bir atmosfere sahip. Sudan yayılan hidrojen sülfür kadar özellikle karbon dioksit de bu durumda etkili.

Dahası havadaki oksijen miktarı yarı yarıya düşük: normali %20 olmalıyken sadece %10 oksijen içeriyor. Solunum cihanız olmadan kısa sürede başınız ağrımaya başlar. Ziyaretçiler böbreklerini ellerine almadan önce aşağıda sadece 5-6 saat kalabilirler.

Mağaranın devamını keşfetmek için göle dalmalı, dar sualtı koridorlarında yolunuzu bulmalı ve ‘’hava çanı’’ denilen hava boşluklarına ulaşmadan önce ekipmanlarınızı çıkartmanızı gerektirecek kadar dar geçitlerden geçmelisiniz.

Ayrıca tüm bunları mutlak karanlıkta ve yüzeyden epeyce uzakta yapmak işinizi çok daha tehlikeli bir hale getiriyor. Sıkışmak veya bu tüneller labirentinde kaybolmak berbat bir ölümle sonuçlanabilir. Tabi bu korkutucu deneyimi yaşarken yanı başında sürünen tuhaf böcekleri de pek dert edemiyor insan.

Movile Mağarası karanlığa ve zehirli gazlarına rağmen hayat dolu. Şu ana kadar 48 tür tespit edildi ki bunlardan 33 tanesi daha önce dünyanın başka herhangi bir yerinde görülmemiş türlerdi.

Burada çeşit çeşit kaçışan ve sürünen börtü böcek de mevcut. Salyangozlar ve karidesler onları avlamaya çalışan örümcekler ve su akreplerinden kaçarken, hava çanlarında ise suda yüzen sülükler toprak solucanlarını avlıyor.

Garip bir şekilde hava kötüleştikçe hayvan miktarı da artıyor. Bunun neden olduğu, dahası tüm bu canların neden ölmediği henüz net bir şekilde aydınlatılmış değil.

Yüzeyde bulunan bitkiler güneş ışığını, havadan aldığı karbondioksiti organik bileşiklere çevirmede kullanır. Sonra bu bileşikler ile dal, kök ve çiçek gibi dokularını oluştururlar ve hayvanlar da bu dokuları besin olarak kullanıp hayatlarını sürdürürler.

Işıksız bir ortamdaki Movile Mağarası canlıları besin kaynağı olmadan hayatlarını sürdürüyormuş gibi görünürler. Çoğu mağarada canlılar besinlerini tavandan süzülen sulardan alır. Bu su sakıt ve dikit oluşumlarını da sağlar. Ancak Movile Mağarası’nın üzeri geçirimsiz kalın bir kil tabakası ile kapalı olduğundan Lascu ilk ziyaretinde hiçbir sarkıt veya dikit oluşumuna rastlamamış ve yüzeyden gelen suya dair hiçbir ize rastlamamıştır.

Bilim insanları suyu radyoaktif sezyum ve stronsiyum bulmak için analiz ettiklerinde işler daha gizemli bir hal aldı. 1986’daki Çernobil nükleer faciası sebebiyle çevreye çok miktarda radyoaktif metal yayılmıştı ve bu metallerin izleri Movile Mağarası’nın çevresindeki göllerde ve civardaki toprakta tespit edilmiş ancak 1996’da yapılan bir araştırma, mağarada bu metallere dair hiçbir iz bulunmadığını göstermiştir.

Bu kanıtlara göre mağaradaki su hiçbir şekilde yüzeyden gelmemişti demek ki bu su aşağılardan gelmeliydi. Şu an için Movile Mağarası’nın su kaynağının 25 bin yıldır orda bulunan süngerimsi kumtaşından geldiği anlaşılıyor.

Yine de halen daha bu mağaradaki canlıların nasıl hayatta kaldıklarını açıklamıyor. Yapılan analizlere göre içeri akan su hiçbir şekilde besin taşımıyor. Bunun yerine esas besin kaynağının su yüzeyinde bulunun tuhaf bir köpük katmanı olduğu anlaşılıyor.

Tanımlanamamış bir yalancı akrep (Credit: Thierry Berrod, Mona Lisa Production/SPL)

Bu yüzer haldeki film katman ıslak kağıda benzemekte, hatta kağıt gibi yırtılabilmekte ve ‘’ototrof’’ olarak bilinen milyonların üzerinde milyonlarca bakteri içermektedir.

“Bu bakteriler de aynı bitkiler gibi karbonlarını karbon dioksitten çıkarıyorlar” diyor Boden. “Mağaradaki karbon miktarı normal havaya göre 100 kat daha fazla ama bitkilerdeki durumun tersine burada hiç ışık olmadığı için fotosentez mümkün değil”

Movile’in bakterileri enerji için ışığı kullanmak yerine kemosentez olarak bildiğimiz bir yöntemi kullanmakta.

“Enerji ihtiyaçlarını kimyasal tepkimelerden sağlıyor: en önemli tepkime ise sülfür oksidasyonu ve benzer sülfür iyonlarını sülfirik aside dönüştürmesi veya yeraltı sularında bulunuan amonyumun nitrat oksidasyonudur” diyor, Boden.

Bu kemosentetik bakteriler mağaranın nasıl bu kadar geniş ve karbon dioksitce zengin olduğunu açıklamada yardımcı olmaktadır.

“Sülfirik asit kireç taşını aşındırıyor ve bu mağarayı gitgide daha da büyütüyor” diyor, Boden. ” bu süreç karbon dioksit ortaya çıkarıyor ki karbon dioksit seviyesinin yüksek olması da bu yüzden.”

Bir başka önemli bakteri grubu da enerjilerini ve karbonlarını, sudan metan çıkaran baloncuklardan sağlıyor. Bunlara da ‘’metanotrof’’ deniyor.

Bir kırkayak (Criptos anomalans) ve ondan daha küçük bir yalancı akrep karşı karşıya… (Credit: Patrick Landmann/SPL)

Boden, metanotrofları “su çevresinde sık sık metanol ve format benzeri metabolik ara ürünler sızdıran pis yiyiciler” olarak tanımlıyor. Bu kimyasallar sırasıyla başka bakteri türleri tarafından besin olarak kullanılıyor.

Tüm bunlar kulağa biraz tuhaf gelse de (aslında bir bakıma öyle) Movile Mağarası kendini bu şekilde idare eden bir ekosisteme sahip olarak bilinen tek mağaradır. Hatta yeryüzünde buna benzer başka bir ekosistem de bulunmamaktadır.

Ama İngiltere Norwich de bulunan East Anglia Üniversitesi’nden J. Colin Murrell’e göre, Movile bakterisi gayet basit ve olağan bir bakteri.

“Bakteri ihtiyacı olan tüm karbonu metan veya karbon dioksit olsun sadece tek bir kaynaktan alıyor ” diyor Murrell. “Bunun anlamı hücrenin tüm bileşenleri; çekirdeğindeki DNA olsun hücre zarlarındaki lipidler veya enzimlerindeki proteinler olsun hepsi aynı basit malzemeden üretiliyor.”

Movile bakterisi, 5 milyon yılı aşkın süredir bir mağarada kapalı kalması dışında herhangi bir yerde bulabileceğiniz türden bakterilere benziyor.

“Metanotroflar her yerde: Roma Hamamları, deniz yüzeyi, sığırların ağzı ve muhtemelen insan ağzı ve bağırsaklarında da…” diyor Boden. “Movile’de bulduğumuz ototrofik bakterilerin aynıları derinizin üzerinde ve nerdeyse tüm toprak tiplerinde de yer alıyor.’’

Ama aynısını mağara hayvanları için söyleyemeyiz. Onları dönüştüren şey milyonlarca yıl dış dünyadan izole olmalarıdır.

Birçoğu zaten karanlık ortamda işe yaramayacak gözleri olmadan doğmuş. Neredeyse hepsi derilerindeki pigment eksikliği yüzünden şeffaf. Birçoğunun da karanlıkta yollarını bulabilmeleri için ekstra uzun antenleri mevcut.

Movile Mağarası’nda hiçbir sinek bulunmamasına rağmen örümcekler ağ örmeye devam ediyor. Sıçrarkuyruk (springtail) denen minik böcekler ortalıkta zıplarken bu ağlara takılıp yem oluyorlar.

1996’da araştırmacılar mağaradaki canlıları kategorize etti. 3 çeşit örümcek, bir kırkayak, 4 çeşit isopod (tesbih böceklerinin de dahil olduğu bir sınıf), daha önce hiçbir yerde görülmemiş bir sülük çeşidi ve alışılmadık görünüme sahip bir su akrebi tespit ettiler.

Bir mağara tesbihböceği (Armadillium sp.) (Credit: Patrick Landmann/SPL)

Garip bir şekilde, örümceklerden biri, Afrika’nın kuzeybatı kıyısı açıklarında kuzeyden 4000 km batıya doğru uzanan Kanarya Adaları’nda bulunan bir örümcekle yakından ilgiliydi

Peki bu hayvanlar nasıl ve neden mağaraya girdi?

Bir teoriye göre, Miyosen Dönemi’nin sonunda yaklaşık 5.5 milyon yıl önce, kuzey yarımkürenin ikliminin değişmesidir. Afrika kuzeye ilerledikçe Atlantik’in Akdeniz’e akışını engelledi ve böylece Akdeniz kurudu.

Bu durum, hayvanları Movile Mağarası’nın kürkürtlü yeraltı dünyasına sığınmaya zorlamış olmalı. Zengin besin kaynağı, herhangi bir avcı canlının bulunmaması ve termal suyun sağladığı sabit ısı cennet gibi bir ortam sunmuş olmalı.

Ekstra uzun antenleriyle bir kırkayak (Criptos anomalans) (Credit: Patrick Landmann/SPL)

Bu teorideki problem ise kanıtlanmasının güç olması.

“Muhtemelen bakteriler beş milyon yıldan daha uzun bir süredir burada ama böcekler bu dönemlerde içeri sıkışmıştır.” diyor Murrell. “Bu hayvanlar, bir kireçtaşı bloğunun düşmesiyle çok basit bir şekilde mağaraya düşmüş ve mağaranın keşfedildiği 1986 yılına dek burada hapsolmuş olabilirler.

Mağaraya, farklı hayvanlar farklı dönemlerde ulaşmış olabilir. Movile’in tek salyangozu üzerine 2008 yılında yapılan bir araştırma, 2 milyon yıldan fazla süredir orda olduğunu ileri sürdü. Mağaraya girdiğinde Buzul Çağı’nın daha başlarıydı ve belki de soğuktan kaçmak için yeraltını tercih etmişti.

Bir su akrebi (Nepa sp.) from Movile (Credit: Thierry Berrod, Mona Lisa Production/SPL)

Mağaraya hapis olmaları onlar için iyi sonuçlanmış ve mağaraya nasıl girmiş olurlarsa olsunlar, onlardan öğreneceklerimiz var.

Bakterinin metan ve karbondioksiti oksitleme yeteneği özellikle ilgi çekici. Bu iki sera gazı küresel ısınmanın başlıca sebepleri ve bilim insanları şu anda onları atmosferden temizlemenin etkin bir yolunu bulmada çaresiz.

Movile’in bakterileri yeryüzündeki ilk yaşamın neye benzediğine dair ipuçları da barındırmaktadır. Genetik olarak karbondioksit, amonyak ve sülfür açısından zengin jeotermal bacalardaki bakterilere benziyorlar.

Her iki bölge de dünyanın ilk zamanlarına benzemekte. Bu dönemlerde Güneş ışığı karbon dioksit, metan ve amonyakla dolu bir atmosfer tarafından absorbe edilmişti. Bu sebeple ilk canlı hücreler Movile Mağarası’ndakilere benziyor olabilir.

Movile Mağarası keşfinden neredeyse 30 yıl sonra halen daha dünyadaki en izole ekosisteme ev sahibi konumundadır. İçinde daha gün yüzüne çıkmayı bekleyen pek çok sırrı barındırmaktadır. Mağaranın tortularında gömülü incelenmeyi bekleyen daha bir sürü organizma bulunuyor ve yaşamın doğasına dair en derin sorularımıza cevap olabilirler.

Kaynak: http://www.bbc.com/earth/story/20150904-the-bizarre-beasts-living-in-romanias-poison-cave

Çeviri: Poyraz Rona Uhri ve Ümit Günhan